Her roman bir ölçüde yazarının izlerini taşımakla beraber kendi topraklarının da etkisinde kalır. İnsan yaşadığı toplumu görmezden gelemez. Gelmek istese de buna gücü de yetmez. Bunu bir şekilde edebi eserlerine yansıtır.
Her yazar ürettiklerinde kendi coğrafyasını, kendi insanını kendinde ifade bulduğuna göre bu sunuşun kapsamı, muhtevasını oluşturan canlı hayatlar her ne kadar modernize edilse de sonuçta topluma sunulmaktadır. Anlatım dili, tekniği gibi unsurlar bir yana önemli olan neyin nasıl anlatıldığıdır. Bu bağlamda Yeni Şafak Kitap Ekinde( sayı 16,2007) romanda ötekini ele alınmış ve romanımızda kimlik kavramına eğilmeye çalışılmış. Bu konuşmalardan da anlaşıldığı üzere ülkemizde yayınlanan romanlarda: Ermeniler, Kürtler, Çingeneler, Yahudiler ve bunlara ilaveten toplum etkileyen başörtülülerden eşcinsellere kadar toplum hayatı romanlarda yer buluyor. Romanlara girmiş veya toplumu zaman zaman meşgul etmiş ve böylelikle etkilere sahip edebi tür içindeki varlığı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu tür konular yeni de değil ama ülkemizde konjüktür eğilimler yeni meseleleri ve olayların etkilerinin yansımalarını görüyoruz. Toplum hayatında bu tür veya benzeri konular farklı olmasa da romanın öteki yüzüyle yüzleşmedeki kimlik önemlidir. Malumdur ki bu millet gelenekleri ile ayakta kalmaya daha doğru ifade etmek gerekirse direnmeye çalışıyor ancak iç ve dış etkiler bunu her geçen gün tahrip ediyor. Böylesi etkiler karşısında kimlik meselesi romancıların yaşadığı bir mesele olmaya devam edecektir.
Ermeniler ile ilgili yazılan romanlarda son dönemde artış gözlendiği doğrudur. Orana vurulduğunda bu sayının küçüklüğü de ortadadır. Ancak son yıllarda gündemden indirilmeyen ve başımı ağrıtmaya devam eden Ermeni meselesini kaşımak; Ermeni kimliğini tanımakla eş anlamlıdır. Romana konu olmak kadar mahiyeti de önemlidir. Her insan her toplum romanda kendine yer bulur. Buna kimse de karşı çıkamaz ancak kendi köklerine sahip çıkamayan edebiyatçılar kimlik sorununu nasıl aşacaklar? Yine aynı şekilde Çingenelerin romanda olmayışını tersinden okuduğumuzda gelecek için bir sorun teşkil edecekse Ermeni meselesinde olduğu gibi Çingenelerde de bir sorun olmanın ötesinde konuyu ele almak yerinde bir karar olacaktır.
Bütün bu kimlik tartışmaları gösteriyor ki sonuç ne olursa olsun yazarlar da romanlarına bu meseleleri yansıttığına göre bu meselelerinin bir parçasıdır. Yazarlar bu durumun farkındalar. Kendileri de bunu ifade ediyorlar sonuçta. Yıldız Ramazanoğlu’nun söylediği her ne kadar doğrudan kimlik üzerine olmasa da dolaylı olarak bu meseleye bizi getiriyor: “Issız dünyadaki ortak kaderimizi yüzümüze vuran kitaplar çıktı. Kurguda olsa kahramanlar yazarın eseri değildir.” Toplumu anlama çabası olarak gören İbrahim Yıldırım’da:”Romancılarımız “öteki”ni yazarak daha doğrusu kullanarak-kendi kimliklerini bulmaya, kendilerini anlamaya çalışıyorlarsa iyi yapıyorlar…”diyor. Doğruda söylüyor. Yazar, eserlerine kendinden bir yer ayırır. Bunu ister bilerek ister bilmeyerek yani objektif kalmaya çalışarak yapsa da… Önemli olan kendi kimliğini unutmadan kendi köklerinden uzaklaşmadan ama yeniliklere de açık kalarak edebi eserleri üretmesidir. Romanda Kahramanlar yaratmak da yazarın eseri olmadan pek mümkün değildir. Kurgulama ve kahraman romanın kaderidir bir bakıma. Ancak kartondan kahramanlar yaratanların fazla ayakta kalamayacağını düşünüyorum. Siz istediğiniz kadar kahraman olarak şekillendirdiğiniz kişileri kendi eseriniz olarak görmeyin farklı bir şey yaptığınızı mı sanacaksınız? Öyle yapabilmeniz için pek çok romancıdan sizi farklı kılan kurmacadan uzak bir eser üretebildiğiniz özgün ve özgür kalabildiğiniz sürece kahramanlarınız esiriniz olmayabilir.
Pek tabi ki bu da mümkün ise…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder